BLOW (2001)
Her zaman aklımın bir ucunda olucak olan Providence - Avalon
tayfasına…
Otobüs ile Providence’dan New York’a giderken, otobanın bir
tarafında, muhtemelen Connecticut civarindaki Danburry'de büyük bir
hapishane var. İşte Boston George abimizin kaldığı mahpushane de orası. Blow’u
çok kez izledim fakat oradan geçerken tekrar aklıma takildi ve efsane
sözleri ile blog’da yerini almalı diyerekten başladım karalamaya… Eee ne de
olsa kişisel koleksiyonumda yer alan, arkadaş ortamında izlenebilecek, ortama
iyi gelebilecek bir film Blow. (Blow, İngilizce argoda kokain anlamındadır. “I
got nice blow”, yani “iyi malım var” diyerek dolaşırlar etrafta torbacılar)
George: This is Grade A 100% pure Colombian cocaine, ladies
and gentlemen. Disco shit… (Bu gördüğünüz, birinci sınıf yüzde yüz saf
Kolombiya kokainidir bayanlar & baylar. Disko malı…)
George Jung, küçük girişimci bir babanın oğludur. Ailesinin
iki yakayı bir araya getirmekte ne denli zorlandığını görerek büyür ve bir
yetişkin olarak asla maddi zorluklar yaşamamaya şartlar kendini. Kalifornia’ya
göç eder ve orada uyuşturucu işine bulaşır. Sonuçta, bir yandan maddi açıdan
başarı, bir yandan da hapis gelir. Kodeste tanıştığı biri, yeni yeni
yaygınlaşmakta olan kokain pazarında birlikte iş yapmayı teklif eder ona.
Serbest bırakılır bırakılmaz George Jung ya da nam-ı diğer Boston George,
ABD’deki kokain piyasasında büyük oynamaya başlar ve kısa sürede pazarın
%85’ini elde eder. Uyuşturucu George’a maddi anlamda çok şey getirse de asla onaramayacağı
manevi birçok şeyi de ondan sonsuza dek alacaktır.
George: Danbury wasn’t a prison, it was a crime school. I
went in with a Bachelor of Marijuana, came out with a Doctorate of
cocaine. (Danbury bir hapishane değildi, orası bir suç okuluydu. İçeri
girdiğimde Marijuana diplomam vardı, çıktığımda ise kokain konusunda doktora
yapmıştım)
Konusunu bu şekilde özetleyebileceğimiz filmin başrolünde
Johnny Depp gene çok cool. Yardımcı rollerde Penelope Cruz, Franka Potente ve
George’un babası rolünde Ray Liotta’yı görüyoruz. George’un annesi rolündeki
Rachel Griffits, bu filmde oğlunu oynayan Depp’den biraz büyük ama rolünde çok
başarılı. Jordi Molla ve Paul Reubens ise abartili performanslar
sergiliyorlar. Pablo Escobar rolünde ise, İbrahim Tatlıses’in gençliğini
de oynayan, yan rollerin aranan adamlarından Cliff Curtis var. Yönetmen ise
genç yaşta kaybettiğimiz, aşırı dozda kokain yüzünden kalp krizinden ölen Ted
Demme.
Blow ne uyuşturucu kullanımına, ne uyuşturucu trafiğinin
ardındaki kartellere, ne de uyuşturucuya karşı verilen mücadeleye yoğunlaşıyor.
Evet, bu saydıklarım filmde yaşanan olaylar. Ama asıl mevzu, 60’lı yılların
sonunda ufak bir marihuana satıcısı olan Boston George’un bazı tesadüfler ve
zekâsı sonucunda, kendini ABD’nin kokain tekeli ilan edişi. Filmde yok yok:
George’un gençliği, ota başlaması, efsanevi Escobar ile tanışması, ortağı ile
ilişkisi, kadınlar ile ilişkisi, tutuklanması... 60’larda başlayan hikâye
günümüze kadar gelmekte böylece.
George: We invented the market place. In fact, if you
snorted cocaine in the late 1970's or early 80's, there was an 85% chance
it came from us. (Uyuşturucu pazarını biz yaratmıştık. Öyle ki
70'lerin sonunda ya da 80'lerin başında kokain kullandıysanız %85 olasılıkla
bizden almışsınızdır.)
Blow ile ilgili en dikkatimi çeken unsur, George’un ailesi
ile ilişkisi. Çünkü onlar gibi fakir kalmamak için, fakirlikten nefret ettiği
için bu yola sapıyor. Ailesi film boyunca George’un hayatını zorlaştırıyor, özellikle
annenin buradaki payı büyük. Fakat film bunu işaret eder gibi göstermiyor,
didaktik bir şekilde yapıyor. Bu inişli çıkışlı hikâyeyi ekrana ustaca
aktarıyor yönetmen Ted Demme. Bunda başarılı soundtrack’in de etkisi büyük.
Çünkü kısa tutulmuş planlarla izleyiciyi sıkmadan finale kadar gelen film,
sanki bir müzik klibi tadında… İşte bu yüzden de, Blow birçok konuya değinen
ama derinlemesine çözüm önermeyen, derin mevzulara dokunmaya kalkışmadığı için
gayet başarılı olmuş bir film. Bu yüzden de 90’lar ve milenyum neslinin kült
filmlerinden biri olma yolundaki potansiyeli de giderek artıyor.
Johnny Depp, George karakterinde, 40 yıldır bu işlerle
uğraşmış, binlerce insanı bu batağa çekmiş birini canlandırırken çok başarılı.
Fakat film bittiğinde adama kızamıyor aksine tapıyorsunuz, sempati
duyuyorsunuz. Filmi yapanlar da bu adamı sevmiş belli.
George: 15 kilos of cocaine? That’s nothing. I piss 15
kilos. (15 kilo kokain mi? Bu hiçbir şey değil. Ben 15 kilo kokain ......)
Filmin sonunda kızı hala onu görmeye gelmemiştir Danburry’e.
Ziyaret etmemiştir hiç. Ama George aslında hep kızının iyiliğini isteyen, bunun
için çaba veren bir babadır. Geçmişi kapatıp kızı ile temiz bir hayat yaşamak
istemiştir hep. Ayrıca jenerikler girmeden hemen önce, gerçek George Jung’un
yüzünü gösterir kamera bir kaç saniye kadar. İnsanın içini bir kötü ediyor bu fotoğraf
karesi ve ondan sonra jenerik görünüyor.